Çarşamba, Eylül 06, 2006

Yaa şamak!

"O dolap sana 100 lira olur birader" diye ileri atıldı satıcı. "Tabi, tabi" dedim sırıtarak. "Beni çok yakından tanırsın zaten değil mi sen? Ha ha ha!" diyordum ki, sağ elini kaldırarak sözümü kesti. "Sen Çemişkezekli Vahap?ın oğlu Kırık Sami değil misin?" diye sordu. Donakaldım, bozuntuya vermeden, "100 lira benim için de gayet uygun abi" deyip dolabı satın aldım.

O sırada günümüz popüler müziklerinden hareketli örneklerin çalındığı radyo yayını birden kesildi ve sözü her Polis Radyosu çalışanının yapacağı şekilde mesafeli bir yaklaşımla seyircisine seslenen spiker aldı. "Çok acil kanamalı bir antropolog zıvzıması hastası için hoppa hoppa RH+ kana ihtiyaç vardır. Duyanların, yerini bilenlerin ve hatta yerini bilmediği halde bildiğini sananların en yakın polis karakoluna gelerek ifade vermeleri istirham olunur" Yapılan anonstan ters giden birşeylerin olduğunu anlamak içten bile değildi. Dolabı ve satıcıyı orada bırakarak o bölgeden derhal uzaklaştım.

Eve geldiğimde saat 11:00?e geliyordu. İçeri girdikten sonra ışıkları açmadan bir süre boyunca öyle bekledim. Sevgi?yle görüşmeyeli tam 3 gün olmuştu. Kafamı iki yana sallayarak Sevgi ile ilgili şeyler aklımdan uzaklaştırdım. Lambanın düğmesine ağır ağır uzandım ve düğmeye bastım.
Ters giden birşeylerin olduğunu radyodaki anonstan anlamıştım zaten, elektrikler kesikti.

Gözlerimi kapatarak yıllar önce Taiwan? da aldığım eğitimleri aklıma getirmeye çalıştım ve karanlıkta ileri doğru bir adım attım. Herşey yolundaydı, bu şekilde yaklaşık 22 adım daha atabilirsem hiç bir eşyayı kırmadan mutfağa ulaşabilecek, küçük tüpü yakarak kendime sıcak bir kahve yapabilecektim. Nitekim 4. adımda hiç aklımın ucundan dahi geçmeyen bişey oldu ve kafamı kapıya çarptım.

Gözlerimi açıp saatime baktım, karanlıkta okuyabildiğim kadarıyla 12:30 civarıydı ve iki gündür heyecanla beklediğim dizi başlayalı 15 dakika olmuştu. Elektrikler kesikti ve ben hâlâ antrede, kapının önünde yerde oturmaktaydım.

Mutfağa vardığımda mermer tezgaha tutunarak ayağa kalktım, cebimden çağmağımı çıkararak tezgahın üstünde her daim duran küçük piknik tüpünü yaktım ve üstüne bir kaç fincan kahve yapabileceğim kadar su koyarak beklemeye başladım.

Son günlerde televizyon kanallarında kar yağışının beklendiği söyleniyordu ve hava oldukça soğuktu. Elektrikler kesik olduğu için kombi de çalışmıyordu. Montumu ve atkımı hiç çıkarmamaya karar verdim.

Kahve suyu ısınmıştı. Kahvemi en sevdiğim kupaya doldurarak, elimde kahvem salonun penceresine doğru yürümeye başladım. Köşedeki sokak lambasının ışığı perdelerin arasından yerdeki halının desenlerini aydınlatıyor, insanın aklına olmadık şeyler getiriyordu. Pencereye yaklaştım, önünde durdum.

Bir süre aklımdan tek bir düşünce bile geçmesine müsaade etmeden sokak lambasının ışığında düşen karları seyrettim. Sokak lambası yandığına göre evimin elektriği bilinçli olarak kesilmiş olmalıydı. Aklıma birden iki aydır yatırmayı unuttuğum elektrik faturası geldi, hüzünlendim.

Tam düşüncelere dalacakken nefesimin sıcaklığı ile camda oluşan buğuya takıldı gözlerim ve bilinçli olarak nefesimle camın her tarafının buğulanmasını sağladım.

Yaşamak; gecenin zifiri karanlığına rağmen camdaki buğuya güneşi çizebilmektir derler. "Akşam olup, gecenin zifiri hüznü çökünce üzerime, kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum önce, sonra çiziyorum güneşin resmini camdan yansıyan buğulu gözlere...
Kim bilir belki de bu yüzden evdeki tüm camlarda çizilidir gözlerin, gözlerindeki güneşim.." diye aklımdan geçirirken aklıma 3 gündür görmediğim sevgilim sevgili Sevgi geldi ve kahvemden bir yudum daha aldım.

Kahvem bittiğinde saat 01:00? i geçiyordu. Elimdeki fincanı el yordamıyla bulduğum sehpanın üzerine koyarak camın hemen gerisindeki koltuğa oturdum. Gözlerimi açtığımda hava aydınlanmıştı, saat 08:00? e geliyordu.

Doğruldum ve işe gitmek üzere evden çıktım.

0 Eleştiri: