Pazartesi, Ocak 23, 2006

Bir Paragraf Aşk

Yıllardan baharın daha önce hiç yaşanmadığı kadar güzel yaşandığı bir yıl, aylardan Nisan mı Mart mı olduğu belli olmadığı bir ay, günlerden haftanın başları mı yoksa sonları mı olduğu kestirilemeyen bir gün. Yine her zaman ki gibi elimde kahvem olmadan camdan sokaktaki köpekleri ıslatan yağmuru izlediğimi varsayıyorum.

Arzu ile buluşacaktık, kavga etmek için heralde. En azından ben öyle düşünüyorum ki ona göre hazırlanıyorum, içten içten hain planlar kuruyorum. Eski Türk filmlerindeki fakir ama gururlu genç duygusunu hiç yaşayamadım ben, aslında bu duyguyu yaşayabileceğim bir fırsat olmasından yararlanarak günümü gün etmeyi planlıyordum ki telefon çaldı.
Arayan Arzu'ydu. Kadıköy iskeledeki durakların orada buluşalım dedi. Ayak üstü birşeyler anlatması gerekiyormuş. "Peki" deyip evden çıktım. Tam sokağın başında duraklayan minibüse binecektim ki pijamayla çıkmış olduğumu farkettim. Eve dönüp en sade ve en güzel pantolonumu giyerek bir sonraki minibüse yetişme telaşı içerisinde koşuşturmaya başladım.

Arzu ile buluştuk. Her zaman ki gibi o konuştu ben dinledim. Susup onu dinlemek de güzeldi benim için. Ayrılmak istediğini, çünkü beni artık sevmediğini, benimle paylaşacak hiçbir şeyi olmadığından falan dem vurmak üzereydi ki sözünü kesip, sıcak birşeyler içmek isteyip istemeyeceğini sordum. Kızdı. Devam etti. Duygusuz olduğumu, onu hiç anlamadığımı, dahası anlamaya da çalışmadığımı anlattı.

Durakladığında gözlerim yaşlarla dolmuştu. Dürttü, yanımızdaki kokoreç arabasını göstererek "Gidelim, gözlerim dumanla doldu" dedi, haklıydı. Ben de dumandan göremez olmuştum. Hasırlara gittik, oturduk. Söylediklerini tekrar ederken içim üşüdü. Sözünü kesip bir çay söyledim. Sonra o yine devam etti.

Sözünü bitirdiğinde söylemek istediğim birşeyler olup olmadığını sordu. O konuşurken karaladığım peçeteyi kastetiyor olmalıydı. "Yok" dedim. "Anlıyorum seni."

Önce elimde buruşturduğum peçeteye sonra gözlerime sert sert baktı. Kalktı ve uzaklaştı.

O uzaklaşırken elimdeki peçeteye baktım. İyice buruşturup, top gibi yaptım ve arkasından kafasına fırlattım. Kafasına vuran peçetenin hırsıyla dönüp şimşek şimşek çakan gözleriyle bana baktı, döndü ve gitti.

Kafasından sekip yere düşen peçeteyi çingene güzeli bir kız aldı ve gevrek gevrek gülerek yüksek sesle okumaya başladı:
"Anladım ki aşk kimi zaman bir inatçılık örneğidir, kimi zaman bağnazlık. Pek çok zaman sakarlıktır, aptallıktır; kör gözlerden ileri gelen. En sağlam mimaridir aşk, 10 şiddetinde depremden sağ salim kurtulmaktır. Yürümeye başladığın yeri unutmaktır aşk, hiç arkaya bakma gereği hissetmediğindendir belki de... Stadları dolduran kalabalığın hep bir ağızdan aynı şarkıyı söylemesidir aşk, hani gönüllerin uyumundan başlayan. Aynı yağmurun altında ıslanıp hasta olmaktır aşk; aynı yağmurun aynı hüznünde ağlamaktan... Bazen boğazı vapurla geçmektir, en güçlü lodosların getirdiği yâr kokusu eşliğinde. Bazen de o vapurdan en karanlık sulara atlamaktır, görebilen gönüllerin rehberliğinde. Ama en önemlisi bir yürekte yaşamaktır aşk, pembe panjurları olsa da olmasa da..."

Küstüm, oturduğum yerden kalkıp yavaş yavaş sahile doğru yürüdüm. Bu onu son görüşüm oldu.

0 Eleştiri: