Pazar, Kasım 30, 2008

Taşındık...



Eylül 2006' dan beridir tüm kahrımızı çeken blogspot serverlarını rahat bırakarak, yavuzyilmaz.net sunucularına taşınmış bulunuyoruz. Yani yayınımıza artık buradan devam ediyoruz.

Cuma, Ekim 10, 2008

Müsaade lütfen..

- "Müsaade edebilir misiniz?"

Biz kim? Kaç kişi görünüyor olabilirim ki? İçimde durmadan konuşan gevezeyi de kastediyorsan eğer; o zaten her yere benim ile birlikte hareket ettiğinden sadece tekil şahıs zamirleriyle hitap edilmeyi tercih ettiğimi söyleyebilirim. Hem müsaade edebilirim elbette ya da en azından bunu yapabilecek kabiliyette olduğumu düşünüyorum. Ancak asıl meselenin müsaade etmeyi isteyip istemeyeceğim olduğunu sanıyorum. Bekliyorum. Neyi mi? Elbette doğru soru ile bu durumu sorgulayıp sorgulamayacağını. Zaten sürekli beklemiyor muyum? Senin için de bekleyebilirim tabi, ne farkeder ki?

Müsaade edeyim ben. Doğru soruyu bulacağından kuşkuluyum. Hem zaten bakışlarınla da bana başka bir şans tanımıyorsun.

Aslında biraz daha zorlasaydın, bulmaya çabalasaydın bulabileceğini umuyordum. Ben beklerim. Hep beklediğim gibi işte canım. Buraya gelirken bindiğim otobüsü de beklememiş miydim? Soğukta o ters çevrilmiş durağın altında. Parmaklarım da oldukça üşümüştü üstelik ama beklemekten vazgeçmeyip sonunda binmeyi başarmıştım. Sonra o hep bahsettiğim kırmızı masalara oturmak için de bekliyorum sık sık, uzun kuyrukların ardında. Tam sıra bana geldiğinde sevinecek oluyorum ki bu sefer de tezgahın ardında servis yapan çocuğu beklemeye başlıyorum. Ama bugün kırmızı masaların ardındaki ahşap kırmızı sandalyelere oturmak istemedim, o kadar da beklediğim halde. Bu sefer haddim olmayarak biraz lükse kaçıp, deri kaplı olanlarında oturmak okumak istedim kitabımı.

Kitabımı okumak için çok beklememe gerek yoktu aslında ama biraz rahatlayıp dinlenebilmek için doğrusu bir hayli beklemek zorunda kaldım. Gerçi geçici bir rahatlık olduğunun farkındayım ama yine de beklemeyi kabullendim kolayca. Belki de geçici de olsa sonucunun çok çabuk elde edilecek olmasından dolayı bu kadar kolay kabullenmiştim beklemeyi.

Zaten daha uzun vadeli sonuçları beklemeyi katlanamıyorum gibi. Burada katlanamıyorum dememeliydim farkındayım ama cümlenin uygun anlamı yakalayabilmesi için gerekli olan yüklemi bulmayı bekleyemedim sanırım. Zaten zamanında bulsaydım bu sefer de cümleyi makul bir yerine kadar silip yeniden yazmayı bekleyemeyebilirdim. Sanırım, "zor geliyor" olmalıydı; "daha uzun vadeli sonuçları beklemek zor geliyor" olmalıydı. Bu sefer de hayli genelleyici bir anlamı oldu değil mi? Yenisini bulmak yerine açıklama yapmayı denemek daha mantıklı geliyor nedense.

Beklediğim süreden çok "beklenti"nin ne olduğu daha önemli olabilir bu noktada. Daha doğrusu "beklentinin türü" demek gerekiyor. Mesela; aşık olmayı beklemek saçma ve zor gelebilir belki ama dayanılması ne kadar güç olsa da "sevgili" ile yaşadığın ayrılığın sonlanıp da kavuşma anının geleceği vakti bekleyebiliyor insan. Kendi adıma düşünüyorum elbette. Öyle sanıyorum ki bekleyebilmeyi sağlayan dürtü, beklentinin materyalden uzaklaşıp daha bir manevi boyuta ulaşması ile tetikleniyor.

Ölümü düşünür müsün hiç? Ben düşünmeye çalışırım arada. Düşünmek gerektiğine de inanırım zaten. Bu hayatın, eninde sonunda gelip kapıya dayanacak olan sonu olmasından dolayıdır belki. Bir son, ama öyle sinema perdesinde izlediğimiz filmlerin sonu misali bekleyemiyor bunu insan değil mi? Hadi artık bitse de gitsek diyebiliyor musun mesela? İnsanın fıtratından kaynaklı; bu hayatın bir gün biteceğini ve eline bir şekilde geçmiş "şey"leri (o pahalı caddedeki cerraha yaptırdığı burnunu bile) bırakmayı düşünmeye dayanamayacağından olabilir sanırım.

İnsanın daha basit sonuçları bekleyemiyor olması da ölümün bir gün mutlaka geleceğinin bilincinin altında bir yerlerde biliyor olmasından kaynaklanıyordur belki de. İçeride bir yerlerde puslu, yumuşak ve çekici tonuyla sürekli konuşarak acele etmeye zorlayan o sesin etkisine kolayca giriveriyor olmamızın da bir sonucu olabilir diye düşünüyorum.


-"Efendim? Ah, pardon! Pardon! Bekletmeyeyim sizi. Ben beklerim siz geçene kadar. Buyrun lütfen, buyrun."

-"Soruyu da çok beklemeden bulabilirsiniz umarım!.."

Perşembe, Ağustos 07, 2008

Yine

Büyük pencerelerden geçtikten sonra tül perdeler ile birlikte göz kapaklarını delip uykusunu bölen sabah güneşine lanetler okuyarak "yine mi aynı başlıyoruz" dermişçesine mırıldandı ve doğruldu.

Gözlerini açtığında alacakaranlık geniş bir odadanın bir duvarına yaslanmış, kırmızı çiçekli durgun yeşil bir kanepenin üzerinde oturduğunu farketti. Karşı duvarın dibindeki televizyonda oynayan görüntüleri, altında akıp duran yazılardan çözmeye çalışırken sehpanın hemen üzerindeki poşet içerisindeki siyah beyaz resimlerden seçme bir filmin oynadığını anladı. Alt yazılar yine görüntülerden önce gidiyordu, gülümsedi.

Birbirine yapışmış damaklarını serinletmek için bir bardak su almak amacıyla tahminlerinden yola çıkarak yerini bulduğunu düşündüğü mutfağa doğru gitmek üzere ayağa kalktı ve bir adım attı beyaz ile gri arasında bir renk olduğunu tahmin ettiği halının üzerinde; yumuşaktı.

Bir kaç adım atmıştı ki her adımda yumuşayan zeminde ilerledikçe battığını düşünmeye başlamıştı. Karşısında gördüğünü düşündüğü kirişe kadar ilerledi ve arkasına baktı.

Arkasında bıraktığı koyu renkli ayak izlerine dalmış düşünürken, yürüdükçe zeminde batmadığını farketti. Batmıyordu ama eksiliyor ve kısalıyordu.

Bir an kirişe yaslanarak derin bir nefes aldı; gözleri kararmıştı. Tansiyonu düşmüş olmalıydı, hemen her uyanışında yaşadığı gibi. Bir süre öylece bekledi; gözleri kapalı ve omzu kirişe yaslı vaziyette dikildi.

Gözlerini tekrar açtığında bej rengi bir mutfak tezgahının önünde dikilmekte olduğunu farketti. Göz bebeklerinin aniden parlayan ışık karşısında çaresiz küçüldüğünü hissetti. Tezgahın üzerinde iki büyük, dolu kahve fincanı duruyor ve burnuna fındık kokusu doluyordu.

Gözlerini kapatıp, belki düzelir umuduyla başını iki yana salladı. Yine salladı ve gözlerini açmaya korkarak bir kez daha salladı.

Açamadı...

10'a kadar sayıp öyle açmaya karar verdi gözlerini. Başladı ve 8'e geldiğinde birden açıverdi.

Karanlıktı..

Küçük pencerelerinden sızmaya başlayan ışıkla aydınlanması için bir kaç saat öylece bekledi, yattığı yerde.

Biliyordu..

İnce yorganını terden sırılsıklam olmuş burnunu örtene kadar çekti. Gözlerini kapatıp, hızla çarpan kalbinin gürültüsüne aldırmadan uyumaya devam etti.